Monografilerin Yapısı ve Ders Kitapları

Monografilerin Yapısı ve Ders Kitapları

Uzun zaman evvel kenara ayırdığım ama tembellik edip detaylı okumaya imkan bulamadığım bir makaleye nihayet bakma fırsatım oldu ve size de bu makaleden bana ilginç gelen ve biraz üzerine düşündüren iki ufak kısımdan bahsetmek istiyorum. Eser, ceza hukuku profesörü Tonio Walter’ın “Alman(ca) Ceza Hukuku Bilimi Üzerine Düşünceler” (Gedanken zur deutschsprachigen Strafrechtswissenschaft) isimli makalesi. 

Makalede Prof. Walter ceza hukuku ile alakalı birçok konuda düşüncelerini ifade etmiş. Keyifle okunası bir yazı, ama benim bahsetmek istediğim iki şey var. Bir tanesi monografilerin (özellikle doktora tezlerinin) öteki de ders kitaplarının yapılarına ilişkin.


Hoca, monografilerin klasik yapısının şu şekilde olduğunu ifade ediyor.

(1) Sorunun/Problemin izahı,

(2) Başkalarının konuya ilişkin söyledikleri ve bunların değerlendirilmesi

(3) Yazarın çözümü.

Hocanın da ifade ettiği gibi ikinci bölüm konunun evveliyatının, eski tartışmalarının anlatıldığı bölüm. Çözüm de nihayetinde (çoğunlukla) bu kısma dayanılarak kuruluyor. Prof. Walter bu sistematiği okumaya elverişsiz olarak değerlendirmiş, çünkü son bölüme gelene kadar yazarın öteki düşünceleri değerlendirirken nihayetinde hangi “eksiği” önemli bulacağını, esasında çözümünde nereye varacağını bilmiyoruz. Bu klasik yöntemin yerine şöyle bir öneride bulunmuş:

(1) Sorunun/Problemin izahı,

(2) Yazarın çözümü ve gerekçelendirmesi,

(3) Aykırı görüşler ve değerlendirme.

Bu yöntemde yazar diğer düşünceleri değerlendirmeden evvel kendi düşüncesini ortaya koyup gerekçelendirmiş oluyor, haliyle yazarın bu değerlendirmeleri yaparken kendi düşüncesiyle ne kadar tutarlı olduğu kontrol edilebilir durumda. 

Gerçekten de dikkate alınması gereken bir öneri olduğunu düşünüyorum. Böyle düşünmemin sebebi Alman ve Türk öğretisi bakımından farklı sebeplere dayanıyor.

Alman eserlerinde çoğu kez (elbette bütün eseri çok iyi kurgulamış yazarlar da var) yazar kendi düşüncelerini diğerlerini değerlendirirken bölük pörçük ifade ettiği için, nihayetinde son bölümde, tezini ya yeterli bir sistematik içerisinde ifade edememiş ya da okumayı zorlaştıracak şekilde tekrara düşmüş oluyor. En baştan sistematik şekilde kendi görüşünü ortaya koyması gerçekten de hem okumayı hem de yazarın işini kolaylaştıracak bir yöntem olabilir.

Türkçe eserlerde ise yapı daha karışık. Çünkü bazen konunun arka planı, sadece konuyla sınırlı kalmadan, direkt alakalı olmayan ama bağlantılı kavramları da eserin içine alarak ilk bölümde detaylı bir tarihçe olarak ele alınıyor. Daha sonra öğretide konuyla alakalı düşüncelerin sıralandığı ve değerlendirildiği (bu da çoğu zaman her görüşe dair diğer görüşten yazarların ifade ettiği şeylerin ötesine geçmiyor) bir bölüm geliyor. Ama Alman sisteminin aksine bu bölüm konuya ilişkin daha evvelden söylenenlerden ve bunların değerlendirilmesinden oluşan ve yazarın kendi düşüncelerini üstüne kuracağı bir “altlık” olmaktan ziyade tezin çekirdeğini oluşturuyor. Sonra da yazarın katıldığı görüşlerin argümanlarının toparlandığı kısa bir sonuç bölümü ile eser nihayete eriyor. Yani yapısı değişmekle birlikte karşımıza yaklaşık olarak şöyle bir şey çıkıyor:

(1) Konuya ilişkin kavramların çok detaylı tarihsel arka planı ile izahı,

(2) Öğretideki görüşler ve karşı görüşler,

(3) Yazarın katıldığı görüşün özeti.

Bu durumun elbette belli sebepleri var. Öncelikle kısa/öz yazmak çok maharet isteyen bir iş olmasına rağmen bizde pek kıymet görmüyor. Öğrencilerin kafasında yakalamaları gereken bir sayfa sayısı var, haliyle bu ilk bölümün anlamsızca şişmesine sebep oluyor. Özellikle temel konularda Türkçe eser yok diye yazılan/yazdırılan tezlerde öğrencinin (doğal olarak) asıl çekirdeği oluşturacak üçüncü bölüme ilişkin özgün bir önerisi/tezi olmadığı için ikinci kısım tezin çekirdeğine dönüşüyor. Haliyle hocanın önerdiği şekilde, üçüncü kısım merkeze alınırsa konu seçilirken, tez oluşturulurken yazarı mecburen daha orijinal bir yola sokabilir. 

Hocanın ders kitaplarına ilişkin yazdıkları ise biraz genç kuşağa tavsiye niteliğinde. Öncelikle Lernbuch, Lehrbuch ayrımı yapıyor. Herhalde yazıda kullanıldığı manasıyla çalışma ve öğreti kitabı olarak çevirebiliriz. İlki öğrencinin dersi öğrenmesine, sınavı geçmesine yönelik hazırlanmış ders kitapları, bunlardan Almanya’da ceza hukukuna özgü yüz civarında bulunduğunu ifade ediyor. İkincisi ise bir elin parmaklarını geçmez deyip olanları sıralıyor. Çünkü bunları yazan hocalar bir suç öğretisi geliştiren ve ceza hukukunu kendi perspektiflerinden tanıtan, değerlendiren isimler. Genç akademisyenlerin de mesleğinin ileri vakitlerinde bu ikincisini (Lehrbuch) yazmayı amaç edinerek çalışmasını öğütlüyor. Bu bir Alman ceza hukukçusu için dahi gerçekleştirmesi oldukça zor bir amaç. Bizimki gibi çok daha genç ve dar bir akademik çevrede neden örneğine daha da az rastlandığını anlamak zor değil, şimdilik şikayet etmek de adil değil.

Belki bu konuda -öğrenci tarafından- şikayet edilebilecek kısım, bu iki tür kitabın da özelliklerini sağlamaya niyetlenen ama haliyle ikisini de sağlayamayan eserler. Çünkü mevcudu bilmek ile ona orijinal bir katkıda bulunmak birbirine uzak olmasa da bambaşka şeyler. İlki ikincisinin koşulu ama garantisi değil. Öğrenci için yazılan kitabın gerçekten de öğrenci düşünülerek yazılması gerekiyor. Ona ihtiyacı olmayan bilgiyi, üstelik bir çuvala doldurur gibi düzensiz bir biçimde vermek, çok şey öğrenmesinden ziyade kafasının karışmasına sebep oluyor. Dersleri kitaplardan değil notlardan çalışmak hep ayıplanır, ama herhalde bunun tek nedeni öğrencilerin tembelliği değil.

Yeni yazılardan ve içeriklerden haberdar olmak için mail listesine kayıt olabilirsiniz.

No spam, no sharing to third party. Only you and me.