Bir İşi Tamamlama İradesi

Üniversite sınavına hazırlanan gençler yeterince iyi çalışmadıklarında, sınavı ciddiye almadıklarında, ailesi, çevresi ona bunun önemini anlatmaya çalışır. Yani sorun, genç kişinin kendisi için doğru olan şeyin, önemli olan şeyin ne olduğunu bilmemesidir. Kampüsler gezdirilir, heves edeceği meslekten insanlarla ya da görece daha zor şartlarda çalıştığı için daha mutsuz olduğu varsayılan insanlarla görüştürülür ki, anlasın.
İnsanın kendisi için neyin doğru olduğunu anlaması önemli gerçekten ve o yaşlardaki çocuklar çoğu zaman bunun farkında olmuyorlar. Bunu sadece motive şekilde üniversiteye hazırlanmayanlar için söylemiyorum, aksine fazlaca motive olup vaktini ezber hedeflerin peşinde ziyan eden de birçok insan var. Sakince durup neyin sizi mutlu ettiğini, neyi yapmak istediğinizi veya neyi yapmak zorunda olduğunuzu düşünmek kolay bir iş değil.
Fakat bu sorumluluktan kaçma, kendisi için doğru olanı yapmama hali sadece bu kadar tecrübesiz insanların sorunu değil. İşlerini erteleyen, zaman planını tutturamayan, tembellik eden öğrenci kadar yaşını başını almış hoca da tanıyorum. Birçoğumuz sakince durup düşünüyoruz, kendimiz için neyin doğru olduğuna karar veriyoruz ve fakat yine de bunları yapmaktan imtina ediyoruz. Bu sıralar yazmakta olduğum makalenin konusunu kendim seçtim, yazarken anlatmak istediğim şeyler var, yani hevesliyim ve bu makaleyi bitirip yayınlamamın işime de çok faydası olacak. Yani hem istediğim hem de bana oldukça faydası olacak bir şey. Yine de planladığım çalışma vaktinin, disiplininin çok gerisindeyim. Şu an yazmış olmayı planladığım şeylerin yarısını ancak yazdım.
Peki neden? Neden rasyonel davranamıyorum? Neden yüksek lisans veya doktora tezi yazan birçok arkadaşım aylar boyunca kendi seçtikleri konuda yazacakları, bitirince çok gurur duyacakları doktora tezlerinin ilk word sayfasını bile doldurmadılar? Neden Ticaret Hukuku hocam ben üçüncü sınıftayken finallerden evvel çıkacağını vadettiği ders kitabını seneler sonra tamamlayabildi? Boş zamanlarımızda neden hem keyif aldığımız hem bize fayda sağlayacak işler yerine tivitırda dolaşıyoruz?
Yunanlar bu irrasyonel davranışa akrasia diyorlarmış. Kendin için iyi olduğunu düşündüğün şeyden gayrısı ile meşgul oluyorsun. Bunun sebeplerine ve çözümlerine dair biraz okudum, düşündüm. Yazmak istedim. Bunlar elbette uzman görüşü değil, yılların öğrenci deneyimleri. Katıldığınız veya katılmadığınız hususlarda kendi tecrübelerinizden bir şeyler yazmak isterseniz onları da merakla okurum.
Planning Fallacy (Gereken Süreyi Azımsamak)
Kafamızda bir işi planlarken “sürtünmesiz ortam” hayali ile plan yapıyoruz. Haftada 5 gün çalıştığınızı, tez için kütüphanede günde 4 saat geçirdiğinizi hayal edin. 6 ayda tamamlamayı düşündüğünüz iş hakikaten de bu ritimde, bu sürede halledilebilir bir iş olabilir. Fakat o 6 ay boyunca bu ritimde çalışabilmeniz için hiç hastalanmamanız, depresyona girmemeniz, eşinizle, arkadaşınızla kavga etmemeniz, seçim kaybetmemeniz, ekonomik kriz çıkmaması, arabanın muayenesinin gelmemesi, araya bayram tatilinin girmemesi, hocanızın, amirinizin size angarya bir iş yıkmaması, havanın çok güzel olmaması, havanın çok kötü olmaması… gibi muhtemelen gerçekleşecek birçok şeyin o süreç boyunca gerçekleşmemesi gerekiyor. Bunların hiçbirinden etkilenmeyen canlılar da var ama zaten onlar şu an bu yazıyı okumuyorlar, tezlerini yazıyorlar. Böyle olmak ister miydiniz, ondan da emin değilim.
Ben normalde dakik, kısa vadeli işleri çok iyi planlayan bir insanım. Size 16.15’te orda olacağım dersem oradayımdır. Akşama üç çeşit yemeği eşim eve girdiği dakika yenecek kıvamda, sıcaklıkta hazır ederim. Ama uzun vadeli işlerde bilinmeyenler çoğalıyor. Tezimi yazarken bel fıtığım nüksedeceği için aylarca doğru düzgün çalışamayacağımı, hocama verdiğim planı bir hayli aksatacağımı bilmiyordum. Hocam biliyordu elbette. Anlayış gösterdi. Ama ben kendime pek anlayış göstermedim. Çevremde dostlarıma bakıyorum, onlar da kendilerine pek anlayış göstermiyorlar. Bu sorunun çözümü, planlarken bilinmeyenleri olabildiğince göz önüne almak, çünkü hayat ideal şartlarda yürümüyor. Ve göz önüne alamadıklarınız konusunda da anlayışlı olmak. Hocanızın olmadığı durumlarda dahi.
Halk İçin Halka Rağmen
Bizim yunan kökenli kardeşlerimizin akrasia diye havalı havalı isimlendirdikleri durumun kaynağı çoğu durumda sınava hazırlanan gencin cehaleti değil. Kafamızın içinde kararları veren bilge bir diktatör yok. Meclis var. Meclisin bir kısmı hakikaten de farkında olduğunuz üzere uzun vadeli fayda ve keyif için o tezi yazmanız gerektiğini biliyor ve gün boyu oturup bir dizinin bütün sezonlarını izlemek yerine yazmak, işi tamamlamak istiyor. Fakat çok azımızda meclisin çoğunluğu bu rasyonel vatandaşlardan oluşuyor.

Bir deneyde katılanlara iki soru sormuşlar. İlk soru bugün 100 dolar mı yoksa bir gün bekleyip 110 dolar mı almak istersiniz? İkinci soruda da seçenekler bir ay sonra 100 dolar ya da 1 ay 1 gün sonra 110 dolar almak. Çoğunluk ilk soruya bir gün beklemeden 100 dolar almak istediğini, ikinci soruya da 1 ay 1 gün sonra 110 dolar almak istediğini söylemiş. Esasında iki soru da aynı, 1 gün fazla bekleyip 10 dolar daha almak ister misin? Süre uzayınca mantıklı cevabı seçen sayısı artmış.
Çoğumuzun akıl meclisinde çoğunluk grubu kısa süreli zevkleri tercih ediyor. Halkı eğitmek, seçimleri yenilemek bir çözüm, ama çetin ve uzun bir süreç. Daha kısa çözümler var. Normalde demokrasilerde asla tasvip etmeyeceğimiz bir yöntemi seçmemiz, halk için halka rağmen kendimize zorbalık yapmamız gerekiyor. Victor Hugo yazmaya başlamadan evvel kıyafetlerini hizmetçisine teslim edip akşama kadar vermemesini söylermiş. Sıkılınca çıplak halde dışarı çıkamayacağı için, o vakitler instagram, twitter da olmadığından oturup romanlarını yazarmış. Victor Hugo’nun akıl meclisi normal şartlarda dışarı çıkmak için karar alıyor, fakat çıplak halde sokakta dolaşmak o günün Paris’i için de pek tasvip edilen bir hareket değilmiş anlaşılan. Çalışması gerektiğini anlamamış bir insan için ya da başta bahsedilen üniversite sınavına hazırlanan cahil genç için bu zorbalık pek işe yaramaz elbette. Ama sorumluluk sahibi bir insana tek seçenek olarak bu sorumluluğu yerine getirmeyi bırakırsanız, getirir.

İzolasyon
Bu konuda en yaygın ve işe yarayan yöntem dikkat dağıtıcılardan uzaklaşmak. Telefondan, sosyal medyadan, mümkünse internetten çalışırken uzak durmak bir seçenek. Bunu sağlayan çok kullanışlı uygulamalar var, sadece acil aramaları kabul ediyorsunuz. Yine keyif ehli dostlara da hayır diyebilmek gerekiyor. Ama anahtar nokta bunları yapmaya çalışırken “İrademe hakim olacağım ve bugün twitter’a girmeyeceğim” geçici kararlılığıyla değil, belli dönemlerde hesabınızı silerek, kapatarak önlem almanız gerekiyor. Yani kararı meclise bırakmamak.

Ona Minik Deadline’lar Hazırla
Tez süreci normalde danışman ile yürütülür, ama çoğu örnekte danışman yeterince ilgili olmuyor. Eğer danışmanınız tezinizin bitip bitmediği ve kaç sayfa olduğu dışında pek bir şeyle ilgilenmiyorsa kendinize çalışmanıza dair küçük görevler, deadline’lar oluşturun. Ertelemek çoğunlukla şu an göstereceğiniz çaba ile gelecekte elde edeceğiniz ödül arasındaki geniş boşluktan kaynaklanır ve bu küçük görevler boşluğu azaltır. Daha küçük ve daha belirli işleriniz olursa hem başlamaya hem ilerlemeye daha kolay cesaret ve istek duyarsınız. Sadece yukarıda değindiğim gibi planlarken gerçekçi, plan bozulunca da insanın kendine karşı anlayışlı olması gerekiyor. Bu konuda sizin gibi dostlarınızdan oluşan iyi bir çalışma grubu da çok faydalı olabilir. Akademik ortam maalesef çoğunlukla toksik, bundan izole nefes alacak bir çalışma grubu muhakkak motive edecektir. İnsanın yapacağı şeyleri başkalarına ilan etmesi de kıyafetlerini çıkarmak gibi, kendisini kısmen söz konusu işi yapmaya mecbur bırakıyor.
Dinlenmeyi Bilmek
Çalışmayı bilmek kadar dinlenmeyi bilmek de mühim. Tıpkı çalışılacak vakitte buna engel olacak şeylerden izole olmak, çalışmaya odaklanmak gibi, eğlenirken veya dinlenirken de buna odaklanmak gerekiyor. Dinlenmeye engel olan genellikle yeterince çalışmadım hissi. Belli genetik farklılıklarınız yoksa veya kırmızı reçeteli ilaçlar kullanmıyorsanız bir insanın günde odaklanarak çalışabileceği saat sınırlı. Ve daha da önemlisi yeterli. Bu vakti ayırdıktan sonra pek vicdan azabı duymadan meclisin aylak çoğunluğuna taviz verebilmek gerekiyor. Öğrencilerde genellikle bu daha çok çalışmalıyım algısının sebebi günde yirmi beş saat çalıştığını anlatan “efsane” hocaların anıları. En azından bizim alan için şu söylenebilir: Bu tip insanüstü bir çalışmanın sonucu ortaya çıkacak kariyere, verimliliğe sahip bir hukukçu cumhuriyet tarihinde yok. Yani çalışma saatlerine dair efsaneler doğruysa bile belli ki yöntem çok doğru değilmiş. Bizde genellikle işin niceliği kutsanır, kaç saat çalıştın, kaç sayfa yazdın… Oysa bunların işin kalitesine ne süreçte ne de sonuçta pek bir etkisi yoktur.
Benim tecrübeme göre bu konuda çalışılan süreden çok daha belirleyici iki husus var. Çalışırken söz konusu işe odaklanmak (dikkat dağıtıcılardan uzak durmak) ve süreklilik. Belli dönemlerde yüzüne bakmadığınız tezi belli dönemlerde gece gündüz yazmaya çalışmak hem ruhunuza hem de yazdığınız esere, konuya eziyet etmek demek. Bünyeniz ne kadara izin veriyorsa o kadar uğraşın, ama uzun aralar vermeden tezden, konudan kopmadan çalışın.
Özgüvensizlik-Mükemmeliyetçilik Sarmalı
İnsanın yaptığı işe titizlenmesi, onu olabildiğince az kusurlu hale getirmeye çalışması hiç de yadırganacak bir tavır değil. Nihayetinde hem varsa muhatabına hem işine hem de kendisine saygısı olan bir insan söz konusu işi ya elinden gelen en iyi şekilde yapmalı ya da (imkanı varsa) yapmamalı. Fakat burada “elinden gelen en iyi şekilde” kısmı hayati. Mükemmeliyetçiliğin kaynağı o işi mümkün olan bir mükemmellik seviyesine getirme isteği ise ne ala, fakat birçok durumda özgüven eksikliğinden kaynaklanan bir sarmala çıkıyor. Tez örneğinde, kişinin kafasında tezin bitmiş hali fazlaca kusursuz, eksiksiz bir ideale dayanıyor. Yani bu tamamlanmış olma koşulları o kadar ağırlaşıyor ki tezi bitirmemek, teslim etmemek için geçerli(!) bir mazerete dönüşüyor.
Deadline’ların bir faydası da bu sorunu çözerken bize yardımcı olabilir. Fakat burada da kendimizi bir konuda ikna etmemiz gerekiyor: Verilen bu sürenin sonunda eldeki iş ne durumda olursa olsun teslim edilecek. Yani deadline’ları ciddiye alma alışkanlığı. Hocaya 16 Ağustos’ta teslim edeceğinizi söylediğiniz ödev için mail atıp birkaç gün ya da hafta için ricacı olmak, dersi seneye bırakmak, bir dahaki sefere kesinlikle çok çalışmaya karar vermek gibi avuntuları bir kenara bırakıp, teslim etmeme ihtimalini, seçeneğini akıldan çıkarmak gerekiyor. Aslında daha iyisini yapabilir miydiniz? Yapmadınız. Yine de teslim edin, bir dahaki sefere daha iyisini yaparsınız. Çünkü teslim etmemenin, söz konusu işi tamamlamamanın tehlikesi bunu alışkanlık haline getirmek. “Tamamlayamama” hali tekrarladıkça özgüven daha da yıpranıyor, kişi tamamlayabileceğine dair inancını yitiriyor. Bu durum yetersiz bir ödev teslim edip kötü not almaktan çok daha özgüven kırıcı.

İnsanın bitirince gurur duyacağı her iş emek ister. Bu emek verme süreci de hiçbir zaman işin başında hayal ettiğimiz “akışkanlıkta” ilerlemez. Doktora yapmaya karar verirken ismimizi ciltli, şömizli bir kitabın kapağında doktor ünvanı ile, kendimizi kalabalık bir amfi’de ders anlatırken hayal ederiz, gecenin bir vakti stresten ağzımız kurumuş kütüphanede kaynak tararken değil. Müthiş fikirlerimizle literatüre katkı yapacağımızı hayal ederiz, üçüncü kez okuduğumuz halde tam olarak anlamadığımız bir meseleyi dördüncü bir kaynaktan okumaya çalışırken değil.
Mesele biraz da bu işlerin sarpa sardığı, kazın ayağının pek de öyle olmadığının anlaşıldığı durumlarda duygusal olarak ayakta kalabilmek. Sanki mümkünmüş gibi, çalışmadan başarmanın övüldüğü, zekaya yorulduğu bir toplumda yetişen ve çalışsa hemen her işi becerebilecek bir insanın, emek isteyen bir durumla karşılaştığında çabalamak yerine bu iş için yeterince zeki veya yeterli olmadığını düşünmesi normal. Fakat insan işlerini tamamladıkça, yukarıdaki grafikteki karanlık kısmı aştıkça, başladığı her işte yeterli çaba sonucu saadete ulaşmanın imkanına da ikna olur. Üçüncü kez okuduğu halde anlamadığı mesele için dördün kaynağı ararken keyif almaya dahi başlar. Çünkü onu çalıştığı konuda geliştirecek bilgi de çoğunlukla bu dördüncü kez okumak zorunda kaldığı metinde saklıdır, ilk okumada anladığında değil.
Oysa birçok örnekte öğrenciler erkenden pes edip anlamadığı bir metni alıntılayıp paraphrase etmeye çalışarak tezine dahil ediyor. Danışmanlar da bu metinleri okur gibi yaptığında ortaya tuhaf, esasında kimsenin birbirini anlamadığı bir “bilimsel” diskurs çıkıyor. Tabi bu da başka bir yazının/iç dökmenin konusu.
No spam, no sharing to third party. Only you and me.